Doğal dengenin bozulması, zehirli yapay kimyasallar, birçok hastalık nedeni gibi düşünülüp yazılıp söylenmektedir. Bu da insanları organik tarımı merak eder hale getirmektedir. Buna karşın, bu anahtar kelime üzerine kurulu yazılarda yukarda söylenen zararların en aza indirilmesi için yeni yöntemlerin geliştirilmesine duyulan ihtiyacı karşılayacak, doğa dostu bir sistem olarak, organik tarım ön plana çıkartılmaktadır. Bunu tarım bakanlığı internet sayfasında da görmekteyiz. Organik tarımda zehirli kimyasallar, hormonlar ve GDO yoktur. Çevre ve canlı sağlığını olumsuz etkileyecek uygulamalar yapılmaz. Her açıdan üstün, sağlıklı gıdalar üretilir ve bunlar tamamen doğaldır. İlk bakışta bir umut ışığı gibi duran ancak gerçeği yansıtmayan bu önermenin, bilimsel açıdan zayıf ve sahte bilime dayalı bir önerme olan Organik Tarım, safsatalar ile savunulmaya çalışılmaktadır. Bu uygulamalı bir üretim yönteminden ziyade; tarım ve gıda ile kafa karışıklığı ile korku yaratan, pazarlama taktiğidir.
Tarımsal üretim ister geleneksel olarak yapılsın, isterse entansif üretim şekli ile yapılsın ORGANİKTİR, yani canlıdır. Bu açıdan tarımsal üretimi ayrıca organik tarım diye kategorize etmek abesle iştigaldir. Organik Tarım deyimi 2.dünya savaşından sonra gelişmiş ülkelerde ortaya atılmış bir deyimdir. Daha çok az gelişmiş ülkelerde geleneksel üretim şekli ile elde edilmiş zenginlerin tercih ettiği gıdalardır. Son yirmi senede üreten az gelişmiş ülkeler olurken, tüketen gelişmiş zengin ülkelerin insanlarıdır. Yani, sömürünün bir başka şeklidir. Gelişmiş emperyalist ülkeler tarımsal üretimlerinde her türlü bilimsel ve biyoteknolojiyi kullanırlarken, az gelişmiş ülkelere Organik Tarım dedikleri ilkel ve verimsiz üretim şeklini tavsiye etmektedirler. Bu konuyu uzun yıllardır bazı basın yayın kuruluşlarında dile getirmeye çalıştık, nihayet Tarım Orman Bakanlığımız bu safsata üretim şekline verdiği desteği 2020 yılında kaldırıldığını duyurmuştur. Bazı bilgisiz siyasetçiler de bu üretim şekline verilen desteğin kaldırılmasını eleştirip tarımsal üretimin bitirileceği gibi komik bir argüman ile demeçler vermişlerdir. Aslında organik tarım uydurmasına verilen destek tarımsal üretimi bitirecekti. Bu demeçler ne yazık ki Ziraat Mühendisi olan Bursa vekillerince verilmiştir.
Bu konuyu biraz daha tarihi seyri içinde ele alacak olursak; dedik ya bu üretim şeklini teşvik eden gelişmiş emperyalist ülkelerdir diye. 2.Dünya Savaşından sonra yaygınlaştırılmaya başlanması ile bir grup ABD’li bir araya gelerek Organik Tarım dedikleri üretim şekline bir dizi standartlar getirerek sertifikalandırma koşulu getirmişlerdir. Kendilerine Uluslararası Organik Tarım Hareketi Federasyonu üretim sertifika kuruluşu adını vermişler (IFOAM) ve bunu dünyaya kabul ettirmişler. Günümüzde her ülkenin bu IFOAM kuruluşunun standartlarına göre sertifika veren kuruluşları vardır. Ancak, sertifika verecek bu kuruluşlar önce IFOAM tarafında kabul edilmeleri gerekmektedir. Bu da belli bir ücret karşılığı aralarında yapacakları sözleşme ile olanaklı hale gelmektedir. Sonuç olarak; ister kendi üretiminiz olsun ister dağdan, ormandan insan müdahalesi olmadan elde ettiğiniz ürünleri bu kuruluşlardan sertifika almadan dünya pazarlarında organik tarım diye satamazsınız. Ayrıca, ABD’li IFOAM firmasının geliştirdiği ve üretimde kullanılan girdiler de (gübre, zirai ilaç gibi) sertifikalandırılma zorunluluğu vardır. Bu zorunluluk da fiyatlarının çok yükselmesine neden olmakta ve üreticiye ayrıca yük getirmektedir. Ne yaparsanız yapın bu üretim şekli ile konvansiyonel üretime göre verim %50-60 oranında düşmektedir fakat, üreticinin eline geçen fiyat bu rekolte düşüşünü göre olmamaktadır. Asıl parayı aracılar kazanmaktadır. Organik Tarım dedikleri üretim şeklini dayatan emperyalist ülkelere bir örnek vermek gerekirse; uzun yıllar işçi sendikalarında danışman olarak görev yapan Ortadoğu Teknik Üniversitesi öğretim üyesi değerli hocamız Doç. Dr. Sayın Yıldırım Koç bir gazetede kaleme aldığı emperyalist AB’den para alan sendikalar yazı dizisinin bir bölümünde aynen aşağıdaki tespiti yapmıştır. “Yabancı devletlerin Türkiye Sendikacılık hareketlerini etkileme kanallarından bir de tek tek devletlerin sendikalara doğrudan para yardımında bulunmasıdır. Örneğin, Hollanda devleti bazı sendikalara para verdi. DİSK’e bağlı Dev Maden-Sen, Organik Tarım: Gelişimi ve ilkeleri isimli bir kitap yayımladı. Kitabın içinde, “bu broşür MATRA-KAP programı çerçevesinde Hollanda Elçiliği tarafından desteklenen bir çalışma kapsamında yayınlanmıştır.” denilmektedir.Türkçe’mizde güzel bir deyim vardır, “kel alaka” biz de soralım şimdi Maden-İş sendikası Organik Tarım kel alaka? Dahası var, yayınlanan kitap ve yazarı da gösterilmiş, bastırılan kitap halka bedava dağıtılmıştır. Şunu da burada not etmeliyiz; bilindiği gibi Hollanda tarımsal üretimde modern biyoteknolojileri kullanmada dünya şampiyonudur. Aynı şekilde diğer gelişmiş ülkeler de tarımsal üretimde biyoteknolojiyi ve diğer tüm üretim teknolojilerini kullanarak tarım yaptıkları araziden azami ürün elde etmeyi, bunun yanında üretecekleri materyalin genetik kapasitesinden marjinal faydayı elde etmeyi amaçlamaktadırlar.
Öte yandan, zehir olarak nitelendirdikleri kimyasal bitki besin elementleri inorganik maddelerdir ve bitkiler, bu inorganik maddeleri bünyelerindeki biyokimyasal işlemler sonucu organik maddeye yani proteinlere, karbonhidratlara ve vitaminlere dönüştürmektedirler. Bitkiler bu besin elementlerini doğal ortamlarında yeteri kadar bulamazlarsa bizim beslenmemiz için sentezledikleri besin maddelerini de yeterince yapamayacakları için bunları tüketenlere de yeterli faydayı sağlayamayacaklardır.
Elbette bu kimyasalların kullanımı bir ölçü dahilinde ve bilimin öngördüğü miktarlarda olacaktır. Ölçüsüz olarak bitkiye verilmeleri bizden önce bitkiye zarar verecek ve çok kısa sürede tepkisini gösterecektir. Yani, bitkilere beslemek için verilen kimyasallara karşı çıkmak, yaz günlerinde çok sıcak oluyor diye güneşe kızmaktan farkı yoktur.